8 Haz 2011

début

Bugün sikindirik bir gün olmaya adaydı. Saat öğlen iki gibi uyandım. Bir süredir elimde bulundurduğum ceviz-fındık-badem trio'suyla günü açtım. Birer avuç denebilecek kadar yedim. Yanlarında iki kaşık mesir macunu yedim de, kendime geldim. Bunlardan bir saat kadar sonra da markette bio yazdığı için aldığım, ama daha ucuz poşete koyup 1,5€ kâra geçtiğim ekmeğin bir diliminin üzerine, Bolu yöresinden geldiği iddia edilen balı sürdüm, onun üzerine de şu bizim bildiğimiz sarı polen tozlarından döktüm. Afiyetle yedim.

Bir süredir yurt dışında yaşadığım için buradaki yemek alışkanlıkları değişiklik gösterdi. Daha doğrusu gözümü açtı. Mutfak kaleminden tasarruf yapayım derken dünyanın en ucuz şeyi olan (belki BİM marketlerinden de ucuzdur) Alman ALDİ marketine ve onun kendi ürünlerine yöneldim. Bozulmayan yoğurt, buzdolabına bile ihtiyaç duymadan bir yıl dayanan çedar peyniri ve bunlarla aynı fabrikalarda üretildiğini tahmin ettiğim bilimum hazır hamburger, pizza ve türevlerini tükettim. İnanılmaz bir sonuç alarak, yarı yarıya azalttığım mutfak masrafım, haftada 3 gün spor yapmama rağmen, bana göbek olarak geri dönmüştü. Sanırım yanlış besleniyordum.

Ardından beslenmebülteni.com diye bir siteye sardım. Baktım ki ben hakikaten yanlış şeyler yiyormuşum. Ne zaman öleceğimi fazla takan bir insan değilim ama ölene kadar da evde makarna haşlarken içine girdiğim glikoz krizi dolayısıyla ellerimin titremesi, o reklamlarda güler yüzle yemek hazırlayan insanlardan çok uzakta olmam, heyecan içinde ve aceleci bir biçimde yemeğe oturup, önümdekileri (makarna-sosis) beş dakika içinde süpürmem pek de marifet değildi. En az üç saat açlık süresinde salgılamam gereken leptin hormonundan bi' haberdim. Bunun gibi bir sürü yanlış şey.

Kısacası, ben de bir zamanlar "abi midem kazındı ya bişiler yesek" modunda yaşayan, ettiği kahvaltı kesinlikle tutmayan, okulda öğle yemeğine ağlayarak giden, hepsinden öte açlığını mide gurultusundan önce ellerinin titremesiyle fark eden, zavallı bir biyolojik bütünlüktüm.

Neyse efendim, saat sekizi geçirmeden de (bu saatten sonra alınacak her türlü unlu şekerli gıda %80 ihtimalle göbeğe yerleşiyor) bir salata yaptım ki, evlere şenlik.
İçine;

-Maydonoz
-Yeşil yuvarlak yaprak yaprak dağılan salata modeli
-Marketten aldığım, bir üstteki maddeden, rende havuç ve mor şey içeren hazır doğranmış salata
-Domates
-Havuç
-Zeytin
-Taze soğan
-Limon sıktım
-Zeytinyağı döktüm
-Bitkisel yağ eklenmemiş ton balığı konservesi koydum

Böylece salatam hayvani boyutlara ulaştı. Yirmi dakikadan uzun sürmek üzere geviş getire getire yedim. Yanında da iki dilim kadar o polenli balı yediğim ekmekten yedim. Ama bu dilimleri süpermarketteki makina kesiyor ve her dilim yarım santim var-yok. Onun kadar kaloriyi Hande Ateizi'yi tokatlasam yakarım. Durun bir de fotoğraf koyayım, tarz olsun, diyet blogları gibi olsun.


Netice itibariyle akşama kadar başka bir şey yemeyi hedeflemiyorum. Hareket falan da edecek değilim. Bir de uzun süredir meşrubat olayını sonlandırmış durumdayım. Zaten markete yürüyerek gidip geldiğim için taşımaktan üşeniyordum. İsabet oldu. Portakal suyu lıkır lıkır gidiyor ama o gerçek portakal suyu değil ki? Konsantresinden imal etmiş dangalak. Yani tamam, sen içine şeker koymadın, ama konsantresi şeker içemiyor mu? Kaldı ki sadece basit şeker değil, onunla aynı etkiyi oluşturabilen früktoz da yeterince zararlıymış. Ette sebzede sınır tanımamalı ama meyveyi de abartmamalı deniyor. Neyse, bunların hepsine zamanı gelince değiniriz.

Şimdilik hoşbulduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder